Yılbaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yılbaşı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Aralık 2013 Cuma

Ve huzurlarınızda Ebru Karabayır


Aslında yaz sonundan beri karşılaşıyorduk, hatta bir ara vitrindeki pastel renkli elbise ile göz göze geldik ancak ben gözlerimi kaçırdım. Sonra havalar soğudu, o başka bir haliyle yine oradaydı. Bir gün siyah minimal tabelanın içindeki zili çalmaya karar verdim. Tasarımcı Ebru Karabayır'ın Nişantaşı'ndaki butiğinden bahsediyorum. Kimbilir kaç kere önünden geçmiş ama hiç içeri girmemiştim. Geçenlerde bu döngüyü kırdım ve kapıdan adımımı attım.


18 Ocak 2012 Çarşamba

Hogmanay ve Londra


İskoçya'da yılbaşı değil ama Hogmanay var. Hogmanay'in Hristiyanlık öncesi dönemlere uzandığı tahmin edilirken, orada bulunmak bence yeni yıl kutlamalarının en güzellerinden birine eşlik etmek demek. Geleneksel kıyafetler ve gaydalarla geçit törenleri, sokak konserleri, ateş şovları ve havai fişeklerle renklenen sokaklar soğuğa rağmen eğlenceli. Edinburgh havalanına yakın otelimizden şehire saat 21:00 gibi, sorunsuzca varıyoruz. Biletimizi aylar önce almışız ,o yüzden rahatız. Şişe taşımak yasak olduğu için, çoğunluk 2 ltlik pet şişelere içeceklerini doldurmuş sokakta eğleniyor, enternasyonal bir kalabalık var.  İlk kulağımıza çalınan melodi "one more time" , sokak boyunca sağlı sollu kurulmuş sahneleri geçiyoruz, en son sahnede yeni yetme bir grup var, ismini öğrenemiyoruz ama oldukça iyiler. Barlarda, tuvaletlerde hiç bir sorun yok, daha doğrusu 80 bin kişinin katıldığı organizasyonda hiç bir terslik yok. Saat 22:00'ye doğru Garden's a geçiyoruz, Bombay Bicycle Club'ın sonlarına yetişiyoruz. Az sonra Primal Scream var. Şansımıza yağmur yok ama rüzgar arada sizi bir yokluyor, ben eldivenlerimi almadığıma hayıflanıp, sevgiliminkilere el koyuyorum. Primal Scream sahnede, kalabalık coşkulu, herkes hafif eğimli çimenlerin üzerinde şarkılara eşlik ediyor. Saat gece yarısını vurunca, geriye sayımla Edinburgh Kalesi'nin ordan hayatımda gördüğüm en uzun ve görkemli havai fişek gösterisi başlıyor. Tam bitti derken, görkemini daha da arttırıyor. Arada insanlarla konuşuyoruz, herkes eğleniyor, herkesin keyfi yerinde. Primal Scream şova devam ediyor, artık hafiften yağmur başladı ve o çimenler kaygan bir zemin oluşturuyor. Düşen insanlara gülmek ayıp belki ama doğal olarak kendimizi tıutamıyoruz.Onlar da çamur içindeki yüzleriyle doğrulmaya çalışıp, gülüyorlar. Biz bir ağaca yaslanıp, konseri izlemeye devam ediyoruz. Benim asıl merak ettiğim Mark Ronson, onun bu sahnede çıkmayacağını anlayınca sokak partisine dönüyoruz ve kendisinin son 3 şarkısına falan yetişiyoruz. Acaip eğlenceli çalıyor ve o ne yine "one more time", kimse ayrılmak istemiyor ancak 01:00'e doğru müzik bitiyor. 


Otelin oradan geçen otobüslere varmak için sokaklarda yürüyoruz, yine sorun yok. Hatta bir kaç sokak boyunca allı pullu kısacık elbiseli, yüksek topuklar üzerinde 2 hatun önümüzden yürüyor. Ben onları Taksim Meydanı'nda yılbaşı akşamı bu şekilde düşünmek bile istemiyorum, Edinburgh sokaklarında ne kadar rahat ve güvendeler ama işte fark bu maalesef. Yine içim burkuluyor...  Neyse otobüse atlıyoruz, arkada bir kız grubu Katy Perry'nin Fireworks şarkısını çalıp, eşlik ediyor, allahtan bu durak bizim :) Otele vardığımızda ilk iş botlarımızı çekmek oluyor, ne de olsa  Britanya festivallerini ucundan da olsa azıcık tatmış bulunuyorlar.Emektar Mango botlarıma veda etmek için Hogmanay'den daha iyi bir son düşünemiyorum ve onları orada bırakıyorum. 



Ertesi gün bizi zorlu bir bavul toparlama bekliyor, neyse ki fazla bir bavul için rezervasyon yaptirdığımızdan durum iyi. Uçak akşama, otelde takılıyoruz hatta ben yorgunluktan lobide bir ara biraz uyuyorum. Edinburgh Londra arası rahat, merkeze giden hızlı tren, Heatrow Express, deneyimini de kolaylıkla atlatıyoruz. Yılbaşının kötü geçtiğinden dem vuran taksi şöförünü dinleyerek  Crown Plaza Kensington Hotel'e variyoruz. Ertesi gün hava güneşli, şarj olmuş bir sekilde yollara atıyoruz kendimizi.The Gloucester Road metro durağı otele sadece 1 dakika uzaklıkta, istikamet Brick Lane. Aldgate East metro istasyonundan çıkıp  Brick Lane tabelasını görüp aşağı doğru yürüyoruz, yürüdükçe kendimizi küçük Bangladeş'te  buluyoruz.  Etrafta bir köri kokusu, tipler karanlık. Bir yanlışlık var, başladığımız yere geri dönüyoruz, meğerse istasyondan çıkıp ilk sola dönecekmişiz. O cadde hala biraz önceki yerin bir parçası gibi ama garip bir şey oluyor, köprü gibi bir yerin altından geçince sanki başka bir yerdesin. İnsanlar, hava tamamen değişiyor, sonunda görmek istediğim yere ulaşıyoruz. Brick Lane vintage dükkanları, cafeleri, galerileri, graffitili sokakları, farklı tarzda insanları barındırmasıyla, genel Londra havasından değişik eklektik bir karışım sunuyor size. Vintage dükkanlara dalıyorum, Rokit  ve Vintage Store'dan 3 elbise ile ayrılıyorum. House of Vintage güzel ancak diğerlerine göre biraz pahalı. Beyond Retro aralarında en büyük ve en eğlenceli olanı. 2. el ve vintage alışverişi seviyorsanız, buralarda koskoca bir gün geçirip yine yetiştiremeyebilirsiniz,aynen benim gibi.



Liverpool Street istasyonuna yürürken Shoreditch'te, alt katı sıra sıra dükkanlardan oluşan, üst katı yemek için ayrılmış, Boxpark adında pop up  mini  alışveriş merkezi ile karşılaşıyoruz. Ben Marimekko'yu görünce dalıyorum, 1 tane yastık kılıfı alışverişi ile olayı ucuz atlatıyorum :). Bence Liverpool Street station bu bölgeye gelmek için daha ideal, en azından aradaki mesafe ile bölgenin iyi noktasına geliyorsunuz, bizim gibi kendinizi Bangladeş'te bulmuyorsunuz :). Otele dönelim diyoruz, akşama Jamie Oliver'ın Fifteen adlı restoranında ziyafet var.

Fifteen  yine gitmediğimiz bir bölgede ama ulaşmak tarif sayesinde zor olmuyor. İmza kokteylleri olan The Fifteen Bloody Mary istiyorum, tatlı, farklı bir tadı var, hoşuma gidiyor. Başlangıçlar bizi pek tatmin etmiyor, insan Jamie Oliver deyince daha farklı lezzetler bekliyor ama ana yemekler daha iyi. Şarap menüsü sizi afallatacak kadar geniş. Sonuç  çok da aman ne lezzetliydi diyemediğimiz, ortam ve sunulanlara göre  pahalı bir restoran deneyimi. 
Ertesi gün klasik sayılabilecek bir Londra alışveriş turu, Knightsbridge, Oxford Street..vs falan ama  tatilin son günün artık biraz yorgunuz. Akşama beni  tatilin 2. sürprizi bekliyor: "Thriller Live" müzikali. Son geceye ne güzel bir son deyip, teşekkür için atlıyorum sevgilimin boynuna. Otele dönsek, geri gelsek ikilemi yaşıyoruz ama o  yol gözümüzde büyüyor. Kendimizi  atıyoruz Covent Garden civarında Wahaca tex mex restoranına. 2 kokteyl ve Meksika yemekleriyle müzikale enerji topluyoruz.

Yemekler ve son bir alışveriş turu gazıyla tam bir "ellerinde poşetler tipi turist olarak" Lyric Theather'ın yolunu tutuyoruz. Yerimizi aldık, içeride fotoğraf çekmek yasak olmasına rağmen! , 2 kare çekebildik. Michael Jackson'ın   şarkılarıyla, danslarla geçen yaklaşık 2 saat boyunca onu büyük ekranda görmek beni duygulandırsa da, haydi herkes ayağa dediklerinde ayağa ilk fırlayanın kim olduğunu tahmin edersiniz sanırım :). 



Londra'ya 2 gün yetmedi tabi. Gezilecek çok yer, gidilecek bir sürü vintage dükkanı, yapılacak çok şey olsa da  genel olarak güzel ve verimli bir tatil geçirmenin iç huzuruyla normal yaşantımıza döndük, ta ki bir sonraki seyahate kadar :).




5 Ocak 2012 Perşembe

CK saat benim olsun diyen şanslı kişi...


137. sıradaki Aslı Yıltır oldu, saatini güle güle kullan Aslı! :)  2012 daha yeni başladı, herkese yeni yılda bol şanslar ve yorum bırakarak yarışmaya katıldığınız için  teşekkürler.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Yeşilin en huzurlu hali


Londra'dan selamlar ve mutlu yıllar! Internet problemleri ve zamansızlıktan biraz geri kaldım ama ben buralarda mutluyum, anlatacak bir sürü şeyim olmasının heyecanındayım :).  Bugün sizi  Tarves yakınlarında, yemyeşil huzurlu  bir park olan Haddo Country Park'a götürüyorum. Güzel bir yapının çevresinde kurulmuş, bahçeler, piknik alanları, besleyebileceğiniz ördekler, kuğular, şehirde bulamayacağınız bir huzur vaad ediyor size. Kraliçe Victoria tarafından dikilen ağaçlar bugün kocaman olmuşlar.  Rüzgar bazen üşütse de muhteşem bir yürüyüş yapıp, harika bir zaman geçirdim. Yazın tekrar görmek, keyfini daha fazla çıkartmak istediğim bir yer oldu Haddo Park.

Bugünlük bu kadar ama devamı gelecek, şimdi Londra Caddeleri beni bekler!

Görüşmek üzere :)






28 Aralık 2011 Çarşamba

Christmas Eve dinner


Edinburgh'dan sonra Cupar'da kısa bir molayla Dundee'ye vardık.Şehir olarak pek iç açıcı bir yer olmasa da TK Maxx gibi  yeni ve eski sezonlardan ürünleri bir arada bulabileceğiniz özellikle ev grubuyla fazlasıyla beğendiğim bir seri sonu mağazasında bir süre vakit geçirdik. Sonuç, uygun fiyatlara alınan,1 French Connection  bot, Betsey Johnson ve Kenneth Cole marka 2 gözlük. Şimdi bir süredir Tarves adlı minik kasabada vakit geçiriyoruz. Huzurlu, temiz, sessiz,yemyeşil bir yer. Çarşamba akşamı değişiklik yaparak yemeği dışarda yedik ve ben bunları giydim.

After Edinburgh, we stopped at Cupar for a while and arrived Dundee which is not a very nice place. The only thing about Dundee is a store called TK Maxx where you can find new and old seasons' stuff with bargains. The result was 1 pair of French Connection biker boots and 2 pair of sunglasses from Betsey Johnson and Kenneth Cole. We are spending some time at Tarves which is a small town but very peaceful,clean,quiet and green. On wednesday evening we've been out  for dinner  and here is what I wore:

Gömlek/ Shirt : Asos
Etek/Skirt:Zara
Çoraplar/Tights: Penti
Botlar/Boots: KG by Kurt Geiger
Kolye/Necklace: MNG





Evet buraya ilk kez geliyorum, teşekkürler! :) 

Yes,it's my first time here, thank you! :)

26 Aralık 2011 Pazartesi

Edinburgh, sen de çok güzelmişsin

Tatilim devam ederken ilk postumu yazma zamanı çoktan geldi ve geçti ancak yeme,içme, yan gelip yatma modundan çıkmak çok kolay olmuyor tahmin edersiniz ki :) Sorunsuz sayılabilecek bir yolculuktan sonra perşembe akşam üstü 15:00 sularında Edinburgh'a vardım. Nerede kalacağımızdan haberim yoktu ama araba Hotel Missoni'nin önünde durunca, sevgilimin ilk sürprizinin bu olduğunu anladım. Bir moda bloggerı olarak Missoni bayıldığım markalar arasında yer almasa da, iç dekorasyon ile ilgili  başarılı olduklarını düşünüyorum.


Missoni kilti içinde mutlu bir vale :)

Neredeyse tüm kozmetiklerimi taşımamak için İstanbul'da bıraktığımdan acil ihtiyaçlar için şehrin ana caddelerinden  biri olan Princes Street'teki Superdrug'ın yolunu tuttuk. Christmas neşesi her yeri sarmış, her yer ışıl ışıl, insanlar keyifli, bu havadan etkilenmemek mümkün değil. İçilen bir kahve sonrası otele dönerken The National Gallerry of Scotland önünde kurulmuş tezgahlardan birinden 7. yy Kelt eserlerinden birinden etkilenerek yapılmış bu bileziği aldık.

Yemek için otele yaklaşık 1 mil uzaklıkta Wedgewood'a  rezervasyon yaptırmıştık, erken orada olduğumuzdan yol üstündeki bir puba girdik, zencefil birası Crabbie's benim yeni favorim oldu. Wedgewood klasik İskoç mutfağını modern dokunuşlarla sunan güzel bir restoran. Her şey çok güzel ancak yemek arasında sundukları limon sorbesi, ahududu ve zencefilli bira karışımı favorimiz oluyor ve bir daha istiyoruz.

Dönüşte 2 puba daha uğruyoruz, en çok otelin karşısındaki Deacon Brodies Tavern'i beğeniyorum, denenecek o kadar çok şey var ki bu gezide o yüzden de çok heyecanlıyım.

Sabah otelde klasik bir İskoç kahvaltısını takiben Edinburgh Kalesine doğru yürüyoruz, hava soğuk ama yağışsız. Kaleye Royal Mile denilen 1 mil uzunluğunda caddeyle ulaşılıyor ve şehrin tam tepesinde. Ben bu tür yapıları gördükçe kendimi  bir  Excalibur uyarlamasında falan sanıyorum, gördüklerimden fazlasıyla memnunum.

Palto ve botlar: MNG
Çanta ve  snood:H&M
Jean: Topshop



Kaleyi fethettikten sonra, esas konuya geliyorum ve kendimi birden Urban Outfitters'da kasa sırasında buluyorum. Bilinen alışveriş noktaları tamam ama  ben başka bir şeyler peşindeyim. Grass Market'ta bir şubesi bulunan Armstrong's Vintage Emporium'un. Küçük bir aramadan sonra buluyoruz. İçerisi kalabalık, çeşit çok, içerde çok kalamıyoruz çünkü otelden çıkma saatimizi geçmiş bulunuyoruz ama ben çok güzel bir el çantası, er kişi de 70'li yıllardan Donnie Brasco tarzı bir deri ceketle çıkmayı ihmal etmiyoruz. Güzelim Victoria Caddesi'nden yukarı yürüyüp, otelden çıkışımızı yapıyoruz.

Sonrası ve bulduklarımı daha sonra yine sizinle paylaşağım, şimdilik hoşçakalın :)


21 Aralık 2011 Çarşamba

Yeni yıl, yeni yıl,yeni yıl sizlere kutlu olsun


Yarın Edinburgh'a ulaşarak başlayacak yaklaşık 2 haftalık maceram öncesinde heyecanlıyım. Bavul neredeyse tamam, son bir kaç eksik de bugün tamamlanacak. Ben koştururken  sizi ve blogu biraz ihmal ettim, şimdi kendimi affettirme, geri verme zamanı. Biliyorsunuz blogumun 4. yaş gününü geçen senekiler gibi hediyelerle kutlayamamıştık, bugün hem doğum günü, hem yılbaşını bir arada kutlayacağız, peki yeni yıla kolunuzda yepyeni bir Calvin Klein saatle başlamaya ne dersiniz?  Saat beyaz deri, modern tasarımlı, oversize, jelatini bile üstünde ve Eren Holding garanti belgeli herkesin hayallerini süsleyecek şık mı şık bir saat.  Gözlerinizin parladığını buradan görebildiğim, bu saati kazanan olmanız için :

1. Moda Cadısı facebook sayfasını beğenmeniz. (Like etmeniz)

2. Bu yazının altına kişi başı sadece 1 kere yorum bırakmanız, birden fazla yorumun 1 tanesi kabul edilecektir. Yeni yıl dileği olur, bu saati hangi kıyafetle giymeyi hayal ettiğiniz olur, yeni yıl planınız olur, olur da olur, atış serbest :)

3. Iconjane de çok güzel bir Calvin Klein saat hediye ediyor, ben düşündüm ki orada şansı yaver gitmeyenlerin şansı burada devam etsin, dolayısı ile yorumlarınızı 4 Ocak saat 24:00'e kadar gönderebilirsiniz. 

4. Kazanan http://randomresult.com/ yoluyla seçilip, 5 Ocak 2012  Perşembe günü açıklanacaktır.

5. Her konuda değişiklik yapma hakkı bendenize aittir.

Ben birazdan öğle tatilinde, hediye olarak aldığım ehl-i keyf ler için kısa rakı kadehi peşinde koşarken, siz yorumları bırakmaya başlayın. Bu iki hafta süresinde postlarımı İskoçya ve İngiltere'den yazmaya devam etmek amacındayım, dolayısıyla blogu düzenli ziyaret etmeyi unutmayın :)

Herkese iyi şanslar, şimdiden hepimizin dileklerinin bir bir gerçekleştiği mutlu yıllar diliyorum.

3 Ocak 2011 Pazartesi

New year, new hopes


Merhaba :) Kendinize geldiniz mi? Çok eğlendiniz mi? Sakin bir akşam mı geçirdiniz?  Hepsini anlatın. Ben ve yakın arkadaşlarım Den Cafe'de karşıladık yeni yılı, lezzetli yemekler, içecekler, biraz müzik, saçma karton maskeler.. çokça hayatı güzelleştiren unsurlarla, farklı olmasa da, oldukça eğlenceliydi.

Hello :) Did you manage to pull yourself together? Did you have a lot of fun? Or was it a quiet NYE? Tell me all about it. Me and my friends were at Den Cafe,with a lot of yummy food, drinks, a little bit of music,cheesy masks.. many elements that make the life better, ok it maybe it wasn't that different but fun for sure.



Yeni yıla yeni Sertaç Delibaş ayakkabılar yakışır diye düşündüm.

I thought my new Sertac Delibas shoes would be the best choice for  the new year.







Bu sorbelerden o gece  kaç tane yedim hatırlamıyorum :)

I can't remember how many of those sorbets  I had that night.


Meleklerin tercihi Topshop.
My guardian angels were wearing Topshop.





Üst / Blouse: Zara
Etek /Skirt : Atmosphere
Ayakkabı/ Shoes: Sertac Delibas
Çanta / Bag: Anya Hindmarch for Target 
Yüzük/Ring: H&M

Kıyafeti fotoğrafı burada olmayan leopar desenli paltomla tamamladım, yılbaşı= abartının gölgesine sığındım :) 
Yılın her gününün böyle geçmesi umuduyla herkese tekrar mutlu yıllar!

I wore my leopard coat and tried to convince myself it wasn't that much because the NYE=more assumption. I hope everyday of the year will be NYE, once more happy new year to you all :)


22 Aralık 2010 Çarşamba

Absolut Glimmer için, Beliz Sarıyer ile görüştüm


Tasarıma ve modaya fazlasıyla değer veren bir marka olmasıyla da gönlümdeki yeri sağlam olan Absolut, hatırlayabileceğiniz gibi, yılbaşı zamanı Absolut Disco, AbsolutMasquared ve AbsolutRock Edition ..gibi değişik giydirilen şişeleriyle de bilinir. Marka bu sene kristalize camdan sınırlı sayıda üretilen, gözalıcı“AbsolutGlimmer” şişesiyle bir ilke imza atarken, ben de bu şişenin pırıltısına kapılarak bu blogta bir ilki gerçekleştiriyorum. 4 farklı tasarımcı Absolut Glimmer şişesinden esinlenerek masa ve aydınlatma tasarladılar. Bu kişilerden biri olan, yetenekli ve tarz sahibi Beliz Köprülü Sarıyer ile eğlenceli bir röportaj yaptım ben de. Kendisini tanımayanlar için kısaca bahsetmem gerekirse, Bilkent Üniversitesi iç mimari bölümünden mezun olan Sarıyer, İngiltere’ye yerleşerek Central Saint Martin’sscenograpy bölümünde mastır yaparak bir süre danscılar ve koreograflarla çalışmış. Çeşitli tasarım ofislerinde başarılı kariyerine devam ederken, 3 sene önce yurda dönüş yapan Sarıyer , iç mimari alanında tasarım şefi olarak başarılarına yenilerini eklemeyi sürdürürken, benim sorularıma verdiği cevaplarla kendisini ve AbsolutGlimmer projesini daha yakından tanıyalım:

Yazıyı büyütmek için alttaki resmin üstüne tıklayınız !





Sarıyer ve diğer tasarımcıların ellerinden çıkan bu eserleri görmek için, doğru Nişantaşı Abdi İpekçi Caddesi'ne!
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...